22 Şubat 1962

0
368

61 yıl evvel 22 Şubat günü, Ankara’da çok önemli bir askeri harekât gerçekleşti. Hükümete göre bir isyan, birilerine göre basit bir askeri kalkışma, bazılarına göre ise ciddi bir ihtilal teşebbüsüydü. Ben, harekâtın merkezi olan Kara Harp Okulu’nda, olayın içinde bulunan bir öğrenci olarak bu nitelemelerden farklı bir değerlendirme yapabilirim. Bu olayı, 27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen ihtilalin sonuçlarından kaynaklı, boşluklar ve sorunlar üzerine, Türk ordusundaki dinamiklerin bir tepkisi olduğunu kabul etmek lazım.

Şu gerçeği de göz önünde tutmak gerekirse, geniş bir coğrafyada 600 yıl hüküm sürmüş bir imparatorluğun güçlü bir ordu bakiyesi asker kadroları vardı. İmparatorluğun çöküşü üzerine bu kadrolar, ciddi bir mücadele sonucu Türkiye Cumhuriyeti devletini kurdular. Doğal olarak militarist bir devlet yapısı kurulurken, bu ordunun mensupları, devletin yönetiminde her zaman söz sahibi olma iddiası ile, her vesile ile durumdan vazife çıkarma eğiliminde olmuşlardır.

27 Mayıs 1960 ihtilali bu gerçeğe dayandığı gibi. 22 Şubat 1962 harekâtı da, 27 Mayıs’ın sonuçlarına dayanmakta. Zira 27 Mayıs’ın gerçekleşmesinin de temelinde, zamanın Demokrat Parti iktidarı tarafından, ordu mensuplarının pek önemsenmemiş olması gerçeği vardır.

22 Şubat 1962 harekâtının lideri Talat Aydemir 1950’li yıllardan itibaren, ordu içerisinde başlayan huzursuzlukların öncülerinden biriydi. 27 Mayıs 1960 askeri ihtilali gerçekleştiğinde, kendisi kurmay yarbay rütbesi ile NATO’da görevli TC tugayının kurmay başkanı olarak Kore’de bulunuyordu. İhtilali gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi üyeleri arasında, işin başından itibaren var olan anlaşmazlıklar, giderek ciddi bir çatlak haline gelirken, her iki taraf, Kore’de bulunan Talat Aydemir’in gelerek kendileri tarafında yer alması ile güçleneceklerini düşünüyorlardı. Zira Talat Aydemir ihtilal öncesi, Silahlı Kuvvetler içerisindeki gizli örgütlenmenin tabii lideri konumundaydı (Bu bilgiler 22 Şubat olayından sonra ortaya çıktı).

Talat Aydemir acele Türkiye’ye döndü veya döndürüldü. Ancak her iki tarafa da katılmayarak, Ankara’daki Kara Harp Okulu kumandanlığı görevine talip oldu. Bu görev için en azından general rütbesinde olma şartı göz ardı edilerek, albay rütbesindeki Aydemir’in bu talebi gerçekleşti.

Fazla gecikmeden, ordu içerisinde, çoğu albay rütbesinde olan kurmay subay arkadaşlarını örgütleyerek, daha sonra Albaylar Cuntası olarak adlandırılacak olan Silahlı Kuvvetler Birliği’ni kurdu ve Genelkurmay Başkanı dahil, ordunun üst rütbeli generallerini de bu birliğe dahil etti. Sadece Hava Kuvvetleri’nde kararsızlık vardı.

27 Mayıs sonrası, iktidardaki Demokrat Parti kapatılmış; hükümet üyeleri, milletvekilleri ve üst düzey bürokratların tümü tutuklanarak Yassıada’ya gönderilmiş; CHP’ye karşı acele ile kurdurulan siyasi partilerin katılımı ile yapılan seçimler sonucunda, devletin yönetimi, İsmet İnönü başkanlığındaki CHP’ye teslim edilmişti.

Talat Aydemir’in liderliğindeki Silahlı Kuvvetler Birliği bu gidişatı kabul etmiyor, parlamentonun yapısı ve devletin yönetiminde ciddi reformların yapılması gereğine inanıyor ve ısrar ediyorlardı.

Başlangıçta Silahlı Kuvvetler Birliği ile aynı fikirde olan, Genelkurmay Başkanı dahil, üst rütbeli generaller, İsmet İnönü faktörüne karşı fazla direnemeyip, Aydemir’in liderliğindeki Silahlı Kuvvetler Birliği’ni taleplerinden vazgeçmek için ikna telaşına düştüler. Aralarındaki ciddi tartışmalara rağmen başarılı olamayınca, Silahlı Kuvvetler Birliği’nin Ankara’daki en kritik birliklerin başında görevli lider kadrolarının görev yerlerini değiştirerek dağıtmaya kalkıştılar. Buna direnen Aydemir ve ekibine (Albaylar Cuntası) bağlı birlikler Ankara’da 22 Şubat 1962 günü alarm durumuna geçtiler.

O tarihte ben, Kara Harp Okulu 3. Tabur, 12. Bölük, 38. Kesim, 5109 yaka No’lu birinci sınıf öğrencisiydim. İzmir, Menteş Kampı’nda geçirdiğimiz çok sıkı bir askeri eğitimden sonra, 1961 yılı kasım ayında Ankara’daki Kara Harp Okulu’na intikal ettik ve normal derslere başladık. Talat Aydemir’in Okul Kumandanlığı’na gelişi ile yürürlüğe giren aktif metot gereği, çok yüklü bir müfredat ve eğitim programı uygulanıyordu. Harp tarihi, askeri coğrafya, topografya, medeni hukuk, askeri ceza hukuku, yüksek matematik, fizik, elektronik, ekonomi, askeri psikoloji, yabancı dil derslerinin yanı sıra bir spor dalında düzenli olarak çalışmak mecburiyeti vardı.

Bu yoğun ders ve spor çalışmaları ortamında, 22 Şubat günü, öğle yemeği saatinde, okulun hoparlöründen duyulan sürpriz bir anons; “DİKKAT DİKKAT! BUGÜN ÖĞLEDEN SONRAKİ DERSLER İPTAL EDİLMİŞ, SÖMESTR TATİLİNİZ BAŞLAMIŞTIR. DERHAL SILAYA VE EVLERİNİZE GİDEBİLİRSİNİZ”. Bu anons defalarca tekrarlanırken, çoğu arkadaşlarım, sevinçle yatakhane katlarına koşarak harici kıyafetlerini giyinip sıla yolculuğuna hazırlanırken, bu defa aynı hoparlörden yeni bir anons başladı: “DİKKAT, DİKKAT! II. VE III. TABUR, DERHAL SİLAHLARINIZI ALIP İŞTİMAYA!” Biz III. Tabur, 1. Sınıf öğrencileri silahlarımızı alıp, okulun iç bahçesi güney tarafındaki içtima alanında yerlerimizi alırken, II. Tabur, 2. Sınıf öğrencileri iç bahçenin kuzey tarafındaki sahada içtima halindeydi.

Tipik bir askeri kışla yapısında olan okulun betonla kaplı iç bahçesinde, karşılıklı içtima halindeki iki taburun arasında, üstü tahta ile kapatılmış büyük bir havuz vardı. Biz ne olduğunu anlamaya çalışırken, III. Tabur kumandanı muavini, kısa boylu, şişman ve esmer bir binbaşı olan Ahmet Eroğlu, kaplı havuzun üstüne çıkarak, çılgınca bir tavırla bağırmaya başladı: “BİZİM MİLLİ ŞEFİMİZ KİM? BİZİM MİLLİ ŞEFİMİZ KİM?” Her iki taburdan bir ses çıkmayınca bu defa kendisi “İNÖNÜ, İNÖNÜ” diye bağırmaya başladı. Bizim III. Tabur’dan, binbaşıya eşlik eden birkaç cılız ses çıkarken, II. Tabur koro halinde “ATATÜRK” diye gürlemeye başladı.

Tam o sırada, okulun nizamiye kapısı tarafından, iki el tabanca atışı ile koşarak gelen bir teğmen, binbaşıyı kolundan tutup aşağıya indirdikten sonra önüne katarak ortamdan uzaklaştırdı.

İkinci anons üzerine, acele ile içtima alanına koşarken, bizim taburun çoğu okul dahili kıyafetlerimizle, birçoğu da, ilk anons üzerine, sıla heyecanı ile yola çıkmak üzere harici kıyafetlerini giyinmiş olarak içtimaya katıldılar. Bu nedenle bizim taburda bir kıyafet kargaşası sonucu tuhaf bir görüntü vardı.

  1. Tabur’un ise tamamı eğitim/manevra kıyafetleriyle içtima halindeydiler. Zira onlar gelişen olayların öncesinden haberliydiler. III. Tabur olarak bizim bir şeyden haberimiz yoktu.

Uzunca bir süre içtima halinde bekledikten sonra, verilen talimat üzerine, III. Tabur da II. Tabur gibi manevra kıyafetlerimizi kuşandık. Artık akşam yemeği saati gelmişti. Manevra kıyafetli ve silahlı olarak akşam yemeğini yedikten sonra, yine aynı kıyafetle, kesimlerde (dershaneler) hareket emrini beklememiz talimatı verildi.

Ağır bir merak ve stres baskısı altındaki bekleyiş, gece saat 04.00’e kadar sürdü. Gelen emirle saat 04.00’te her iki tabur yemekhanede yerlerimizi aldık. Çok gergin bir ortam vardı. II. Tabur Kumandanı Kur. Bnb. Bahtiyar Yalta ortalıkta yoktu. 3. Tabur Kumandanı Kur. Bnb. Sabri Bolluk, yemekhane salonunun ortasında bir sehpanın üzerine çıkarak, her iki tabura hitaben, “ARKADAŞLAR, ŞU ANDAN İTİBAREN GÖREVİNİZ SONA ERMİŞTİR. OKUL KUMANDANIMIZIN YÜKSEK FERASETİ İLE, MESELE HALLEDİLMİŞTİR. ŞİMDİ SİLAHLARINIZI YERİNE BIRAKIP, KOĞUŞLARINIZA GİDEREK İSTİRAHAT EDECEKSİNİZ” dedi ve silahlarımızı silahhanelere bırakıp koğuşlara çıktık. Yorgunluk ve uykusuzluk nedeniyle, çoğumuz pijamalarını giymeden manevra kıyafetleriyle yatakların üzerine uzanarak sızıp kalırken, ben merak ve endişe içinde uyuyamayanlardandım.

23 Şubat sabahı, günlük gazetelerde, başta Okul Kumandanı Kur. Alb. Talat Aydemir ve hepsi Kurmay Albay rütbeli ve Ankara’da en kritik birliklerin başında bulunan arkadaşları (Dündar Seyhan, Şükrü İlkin, Selçuk Atakan, Turgut Alpagut vb.) boy boy resimleri ile, isyancılar olarak manşetlerde yerini alırken, Başbakan İsmet İnönü’nün zaferi ilan ediliyordu.

Harp Okul Kumandanlığı’na atanan Tuğgeneral Semih Sancar çok öfkeliydi. 23 Şubat günü öğleden sonra, okulun iç bahçesinde yapılan içtimada zehir zemberek bir konuşma yaptı. Zira bir gün önce atandığı Hap Okulu Kumandanlığı görevine başlamak üzere, 22 Şubat günü I. Tabur’un bulunduğu binaya gittiğinde, son sınıf öğrencileri kendisini enterne ederek tevkif etmişlerdi.

24 Şubat 1962 günü bize süresiz izinli olduğumuzu tebliğ ederek okulu boşaltmamızı istediler. Sömestr tatili için hepimiz okuldan ayrıldık. İki hafta sonra okula dönmemiz bildirildi. Ancak döndüğümüzde tedrisat programı ve hocaların bir kısmı dışında bütün rütbeli komuta kademeleri değişmişti. Yeni okul kumandanı Tuğgeneral Kemal Eken başta bütün görevli subaylar bize hain gözüyle bakıyorlardı.

Olayın siyasi cephesi çok karmaşık ve uzun bir hikâye. Ancak 22/23 Şubat gecesi Talat Aydemir ile hükümet arasında yapılan uzun pazarlıklar sonucu, verilen sözler üzerine, Talat Aydemir ve 62 arkadaşı için yasal işlem yapılmayıp, ordudan emekli edildiler.

Ancak o günden itibaren, hemen her gün basında ve haberlerde gündem olan 22 Şubat ve Talat Aydemir, kamuoyunda ve siyasette çok önemli bir yere yerleşti. Hafta sonları Ankara’ya inen harbiyeli öğrenciler ve genç subaylar, Talat Aydemir’i uzaktan selamlamak için onun oturup çay içtiği Kızılay’daki Kültür Park’ın önünden geçmeyi görev sayıyorlardı.

Sonunda, geliyorum diyen başarısız 20/21 Mayıs 1963 harekâtı ile bu defter kapanmış oldu.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz